Tarihçe I

Start
Tarihçe I
Tarihçe II
Üsk. Çarşı
Foto
Kelebek

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Üç bin yıllık bir dost

 

M.Ö. 1000’li yıllarda ilk olarak Fenikelilerin yerleştiği Üsküdar hem yaşadıkları, hem renkli kültür  mozaiği hemde eşsiz konumu ile hâlâ İstanbulluların ‘altın’ şehri..

Tarihi yarımadanın tam karşısında, görkemli bir peyzaja bakan konumu ile Antik Çağ'ın ‘Khrisopolis’i, Perslerin ‘Hrisopolis’i , Roma Dönemi'nin ‘Scutari’si, Bizans’ın ‘Skudarium’u, Farsça'nın ‘Askadar’ı, Evliya Çelebi'nin ‘Eski Dar’ı ve Türkler’in ‘Üsküdar'ı...
Ön Asya ile Avrupa arasında yapılan ulaşımın Boğazlar'dan geçmesi sebebiyle Üsküdar, tarih boyunca farklı kültürleri kucaklamış. Üsküdar'ın iki kıta arasında doğal bir köprü başı oluşu istilalara davetiye çıkarmış ve tarih boyunca farklı pek çok milletin egemenliğinde yaşamasına neden olmuştur.
Tarihçesi, M.Ö. 1000 yıllarında Fenikelilerin biri Kalhedon (Kadıköy), diğeri ise Moda Burnu'nda olmak üzere iki liman kentini kurmaları ile başlar. Fenikeliler, şimdiki Salacak Sahili’nden, Kız Kulesi’ne doğru uzanan sığlık kısmı büyük taşlarla doldurarak bir mendirek oluşturmuşlar ve ticaret iskeleleri ile tersanelerini Salacak Limanı’nda kurmuşlar. M.Ö. 675’de Üsküdar'ın yeni sahibi Akalar’ın Akhun kolu olmuş ve burada Anadolu halkı iskân edilmiş. Semt, M.Ö. 513'de Pers Kralı Dareios’un İskit Seferi dönüşünde Pers egemenliğine girmiş. M.Ö. 410 yılından M.Ö. 333’e kadar Atina egemenliğinde kalan Üsküdar, M.Ö. 333’te Büyük İskender’in imparatorluğunun bir parçası olmuş.
Kalkhedonya ve Skütariyon M.Ö. 129’da Roma İmparatorluğu’nun egemenliğine girmişse de, M.Ö. 89’dan M.Ö. 63’e kadar geçen kısa sürede Pontus kalmış. Bu olaydan sonra Üsküdar, tam 458 sene Roma egemenliğinde kalmış.
M.S. 395’te Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesi ile Üsküdar’da Doğu Roma İmparatorluğu, yani Bizans dönemi başlamış. Bu dönemde Üsküdar, önemli bir ticaret ve konaklama merkezi olmuş. Bizans döneminde, değişik tarihlerde, Pers ve Arap istilalarına uğrayan Üsküdar üzerinden 609’da İranlılar, 710’da Araplar, 782’de Abbasi Halifesi Harun Reşid, 1102’de Haçlılar, 1147’de Fransa Kralı VII. Louis ile Alman İmparatoru Konrad geçmiş. Abbasilerin hizmetinde bulunan Seyyid Battal Gazi de, İstanbul'daki Müslümanların gözcülüğünü yapmak amacıyla Üsküdar’da, şimdiki Ayazma Camii civarında yedi sene muhafızlık yapmış.

Haçlı yağmaları...
XI. Yüzyıl’da Selçuklular Anadolu ve Suriye’ye egemen olmuşlardı. Bu devirde Avrupa Hıristiyan Dünyası, hem Türklerin elinde bulunan Kudüs’ü almak, hem de bu coğrafyadaki zenginlikleri batıya taşımak amacıyla Haçlı Seferleri’ni başlatmışlardı. 1096’dan 1270’e kadar aralıklarla devam eden bu seferlerde Üsküdar, tarihinin en müthiş yağma ve talanına maruz kalırken, şimdiki Haydarpaşa - İbrahimağa - Ayrılık Çeşmesi arasındaki bölge ise II. Haçlı Seferi’nde Fransa Kralı Louis ile Alman İmparatoru Konrad’ın komuta ettiği Haçlılara karargâh olmuş. IV. Haçlı Seferi’nde ise yağma ve talana maruz kalan ilk yer, İmparatorun şimdiki Harem’de bulunan Haremus Sarayı olmuş, İmparator hazinesini alıp Trakya'ya kaçınca da Üsküdar'da, 1204’den 1261’e kadar süren 57 senelik Latin egemenliği başlamış.

Osmanlı dönemi...
Orhan Gazi döneminde Kocaeli Yarımadası, Büyük ve Küçük Çamlıcalar, Doğancılar, Osmanlıların egemenliğine girmiş, daha sonra Yıldırım Bayezid Anadolu Hisarı’nı yaptırınca Osmanlı Rumeli’ye geçişte hep Üsküdar - Güzelcehisar (Anadolu Hisarı) istikametini kullanmış. 1452’de de Fatih Sultan Mehmet, Güzelcehisar'dan Rumeli sahiline indiği yerde Rumeli Hisarı’nın yapılmasını emretmiş.
İstanbul’un fethinden sonra Üsküdar’da kesin ve kalıcı iskân başlatılmış. Osmanlı tarihinde, doğuya yapılan seferlerde Üsküdar, padişahı ve devlet adamlarının konaklama ve dinlenme yeri olarak görev yapmış. Sefere çıkan Osmanlı padişahları, şimdiki Doğancılar'da kurulan otağlarında kalmış...

Kız Kulesi’ne arkadaş...
M.Ö. 1000’li yıllardan beri yaşayan Üsküdar... Cumbalı türk evM.Ö. 1000’li yıllardan beri yaşayan Üsküdar... Cumbalı türk evleri, koruları, köşkleri, çarşıları, hamamları, camileri, kiliseleri ve sinogoguyla; ‘aynı duvarı’ paylaşan kilise ve camisi ile Üsküdar veya Altın Şehir... Hem Kız Kulesi’ni, hem de Tarihi Yarımada’yı aynı anda seyredebileceğiniz, İstanbul’un yegâne köşesi...

 

Bir Başkadır Üsküdarda da Günbatımı

 Akşam gün batımına karşı, altın rengine bürünür orada evler... Her gün bir sürü insanı karşılar, uğurlar iskeleleri... Balıkçılarıyla, çarşısıyla, duraklarıyla, insanıyla Üsküdar’dır orası, “Altın Şehir”...

Hiç bir araya gelemeyen iki yakanın belki de birbirine en fazla yaklaştığı yer Üsküdar. Biraz daha uzansak eller dokundu dokunacak birbirine. Sabahın erken saatlerinden gecenin karanlığına doğru sürekli bir koşturmaca, sürekli bir devinim yaşıyor bu Altın Şehir. Bu ismi de, kimine göre gün batımında altın rengine bürünmesinden, kimine göre de milattan önce yedinci yüzyıl civarlarında Pers işgali sırasında halktan vergi olarak toplanan altınların buradaki hazine depolarında saklanmasından alıyor.

Dedik ya İstanbul’un iki yakası burada kavuşur birbirine adeta diye, gerçekten de bir çay içimlik mesafe vardır Üsküdar-Beşiktaş arasında. Gerçi Üsküdar-Eminönü arasında yapılan yolculuklar biraz daha uzun sürer ama yine de emektar vapurlar ve motorlar gün boyu hiç yorulmaksızın insan, umut, mutluluk, bazen keder taşıyıp durur, uzağı yakın eder.

Martı seslerine, güneş alevinin sudaki yansımasının eşlik ettiği yolculuğunuz ve çayınız da bittiyse, zaman karaya çıkma zamandır. Sırtınızı denize verip, yüzünüzü Üsküdar meydanına döndüğünüzde, İstanbul’a ya da en azından Üsküdar’a yabancıysanız, karşılaşacağınız bitmek tükenmek bilmeyen devinim gözünüzü korkutabilir. Otobüsler, minibüsler, insanlar, taksiler, sesler ve hareketlerle örülü bir yumakla karşılaşırsınız çünkü. Bu kalabalığın arkasında ise tarih yükselir, minaresiyle, çeşmesiyle, ahşap evleriyle, çarşısıyla, kubbeleriyle. Tarihi kayıtlara göre Üsküdar Müslümanlar’ın eline, Orhan Gazi tarafından yaklaşık olarak 1384 yılında fethedildikten sonra geçmiş ve 1. Murat döneminde de nüfusunun önemli bir kısmı Türklerden oluşuyormuş. Ancak Türklerin tam olarak buraya yerleşmeleri İstanbul'un fethinden sonra gerçekleşmiş. İşte bu yüzden burada çok fazla sayıda Osmanlı tarihini yansıtan eser vardır. Hata öyle ki, kendinizi bir sadrazam veya bir sultan gibi hissetmemeniz imkansızdır neredeyse. Bu eserlerin ortak noktası da Mimar Sinan tarafından inşa edilmiş olmasıdır. Mihrimah Sultan Camii, Üsküdar’dan Kadıköy’e uzanan yolun deniz kıyısında kalan bölümündeki Yeni Valide Camii, Şemsi Paşa Camii ve tabi ki denizden gelen yolcuları karşılayan 3. Ahmet Çeşmesi bu incilerden bazıları olarak karşınıza çıkar. Yani bir anlamda Üsküdar, Mimar Sinan’ın hazine odası gibidir.

1728-29 yıllarında inşa edilen 3. Ahmet Çeşmesi’nin o yıllarda deniz kenarında olduğunu ama daha sonra Üsküdar Meydanı açılırken yerinin değiştirildiğini ve bugün bulunduğu bölgeye taşındığını yazar tarih kitapları. Yakın zamanda İSKİ’nin başlattığı bir restorasyon projesi kapsamında yenilenen çeşmenin en önemli özelliklerinden biri som mermerden yapılmış olmasıdır. Köşelerine özenle yerleştirilmiş gömme ve burma sütuncuklarıyla, musluk yanlarında bulunan ve içinde güller yer alan kabartma vazolarıyla tam bir el emeği göz nurudur o.

Şimdilerde güvercinler ve martılar, bu çeşmenin kenarından Üsküdar Meydanı’na bekçilik ediyor. Ziyaretçilere “hoşgeldiniz” dercesine kanat çırpıyor onlar. Yeri gelmişken belirtmekte fayda var. Akan sadece su değil bu çeşmeden. Müzeyyen Senar’ın yanık sesi, Hafız Arap Cemal’in kanunu, Selahattin Pınar’ın tamburu, İbrahim Bey’in klarneti, Enise Can’ın kemanı karışıyor yolcuların ruhlarına, gün geceye ve gece güne dönerken.

Her ne kadar bu geçmiş zaman sahnesinin etrafı, kaçınılmaz bir şekilde modernliğin timsali yapılarla çevrildiyse de, onlar yine boyun eğmez bir tavırla “yaşıyoruz” diyor adeta.

Üsküdar deyip Kız Kulesi’nden bahsetmemek olur mu? Tabi ki olmaz. O bir semboldür Üsküdar’da ve ne yazık ki Bizans devrinden kalan tek eserdir. Çok yaşlıdır belki ama her dem “aşk”ın simgesidir. Milattan önce 2475 yılına kadar uzanan bir geçmişi olan Kız Kulesi, Karadeniz’in Marmara’ya bağlandığı yerde minik bir adanın üzerinde yer alır. Evliya Çelebi’nin deyişiyle “karaya bir ok atımı uzaklıktadır”. Efsaneye göre, falcıları Bizans imparatoru Konstantin’in güzel kızıyla ilgili kötü bir kehanette bulunarak, onun bir yılan tarafından sokularak öldürüleceğini söylerler. Bunun üzerine Konstantin de Kız Kulesi’ni inşa ettirerek, kızını oraya kapatır. Böylece yılandan koruyacaktır onu. Ama günlerden bir gün kuleye getirilen bir üzüm sepetinin altına yerleşen bir yılan gerçekten de hayatına mal olur kral kızının.

Mimarisine bakacak olursak kulenin etrafındaki sahanlığın geniş taşlarla kaplanmış olduğu görülür. Üzerinde yer alan madalyon şeklindeki bir mermer levhada da kuleye bugünkü şeklini veren 2. Mahmut’un, Hattat Rasim tarafından yapılmış bir turası asılıdır.

2000 yılında restore edildikten sonra, beş katına yayılmış restoran, kafe, hediyelik eşya dükkanı, şark köşesi şeklinde düzenlenmiş dinlenme salonu ve Boğaz’ın eşsiz manzarasına hakim barıyla turizme hizmet vermeye başlayan Kız Kulesi’nin hikayesi budur işte. Hem aşıkları, hem de İstanbul’u aşıklarıyla buluşturur.

Eğer yolunuz düşerse bir kez olsun gün batımını izleyin Üsküdar’dan. Kendinize deniz kenarından rahat bir yer seçip şöyle bir kurulun. Sonra da seyre dalın o muhteşem renk cümbüşünü. İsterseniz bir sadrazam, bir sultan, bir kral çocuğu, bir musiki sanatçısı ya da herhangi bir insan olduğunuzu hayal edin. Korkmayın bırakın kendinizi… Bırakın ki tarihin kokusu damarlarınızda dolaşsın, bırakın ki Selahattin Pınar sadece size tambur çalsın, Müzeyyen Senar sadece sizin için söylesin, bırakın ki Kız Kulesi dile gelsin, bırakın ki Altın Şehrin rengi bir parça da size bulaşsın…

Şemsi Paşa


Start | Tarihçe I | Tarihçe II | Üsk. Çarşı | Foto | Kelebek

Songüncellemean lang="tr"> 11.05.2006