|
||
|
||
İstanbul İli Üsküdar İlçesi Genel Bilgi Geçmişi Atinalılar dönemine dayanan ve merkezi Paşalimanı ile Salacak arasında yer alan Üsküdar'ın kuruluşu kaynaklara göre M.Ö. 5. yüzyıla dayanıyor. Tarih boyunca önemli ulaşım ve konaklama merkezi olan Üsküdar'ın, üzerinde batan gün ışıklarının, karşı yakadan yaldızlı görünmesi yüzünden uzun yıllar 'Altın şehir' diye anıldığı söylenir. Bu arada Müslümanların eline tarihi kayıtlara göre Orhan Gazi tarafından yaklaşık olarak 1384 yılında fethedildikten sonra geçmiş ve 1. Murat döneminde nüfusun önemli bir kısmı Türklerden oluşmaya başlamış. Ancak Türklerin tam olarak buraya yerleşmeleri İstanbul'un fethinden sonra gerçekleşmiş. Osmanlı'nın gözdesi olan Üsküdar'da işte bu yüzden bugün çok sayıda Osmanlı eserine rastlıyoruz. 29 Mayıs 1453'de İstanbul'un Türkler tarafından fethedilmesinden sonra Üsküdar hızla gelişme göstermiş, Üsküdar'a kesin ve kalıcı iskan başlamıştır. Bu arada 91 cami veya mescit, 51 tekke , 12 hamam, 11 kervansaray, 2 imaret, 7 medrese, 260 çeşme, 5 büyük iskele, 2 darüşşifa, 2 menzilhane, kütüphane darülhadis, sebil ve posta teşkilatı ile bir çok padişah, sultan, paşa ve devlet adamlarının sarayları, yalı ve köşkleri ile süslenmiştir.Bütün Osmanlı Tarihi Dönemi'nde Anadolu, Mısır, İran, Hicaz, Irak, Kafkasya, Suriye üzerine yapılan seferlerde Üsküdar, Osmanlı Padişahı ve Devlet Adamlarının konaklama ve dinlenme yeri olarak görev yapmıştır. Sefere çıkan Osmanlı Padişahları , şimdiki Doğancılar 'da kurulan Otağ Çadırında kalmışlardır. Fatih Devri'nde , Üsküdar adeta yeniden kurulmuştur. Salacak'ta kendi adıyla anılan bir mescit yaptırmış ve Üsküdar 'ın ilk mahallesi ortaya çıkmıştır. Anadolu 'dan getirilen Türk Halkını buralara yerleştirmiş, şimdiki İskele Meydanı'na bir bedesten yaptırarak ticaretin gelişmesini sağlamıştır. Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile tüm yurtta olduğu gibi, İstanbul ve Üsküdar 'da da kara işgal günleri başlamıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca Üsküdar, vatanseverlerin Anadolu'ya geçiş kapısı olma özelliğini korumuştur. Üsküdar'ın, Sultantepe Semt'inde bulunan " Özbekler Tekkesi ", Mustafa Kemal 'in başlattığı Kurtuluş Savaşına katılmak isteyen başta İsmet Paşa olmak üzere pek çok vatansever kahramanı ile silahların saklanması ve Anadolu'ya nakline büyük bir şerefle ev sahipliği yapmıştır.
M. Ö. 1000'lerden beri bilinen ve
oturulan Üsküdar... Bizans'tan kalan yegane eser Kızkulesi ile ünlü
Üsküdar... Osmanlı Devri'nde bir oya gibi itina ile işlenen ve
güzelleşen Üsküdar... Denize açılan ve hiç birinin , diğerinin "görme
hakkını" engellemediği Cumbalı Türk Evlerinin süslediği sokaklarıyla,
koruları, köşkleri, çarşıları ve hamamlarıyla, camileriyle , kiliseleri ve
sinagoguyla, " aynı duvarı " paylaşan kilise ve camisi ile HOŞGÖRÜNÜN en
güzel örneğini Kuzguncuk ' tan veren Üsküdar veya Altın Şehir; bugün Türkiye
Cumhuriyeti ÜSKÜDAR'IN TARİHİ MEKANLARI KIZ KULESİ :
İstanbul
Boğazı`nın en güzel mimari öğelerinden biri olan Kız Kulesi, İstanbul ismi
geçince anılan güzelliklerin en önemlilerinden biridir. Yıl,
M.S.1170...Bizans İmparatoru Manuel Comnenos, zayıflayan devletinin
başkentine iki tane savunma kulesi ekler. Birini Topkapı Sarayı'nın
bulunduğu kıyılara, diğerini ise Kız Kulesi'ne. Bizanslı Nicephore
Choniates'e göre, böylece Kız Kulesi ile tarihte ilk kez bir kule yapılmış
olur. Leandra adlı bir genç, Kız Kulesi’ndeki bir genç kıza aşık oluyor. Her gece, sevgilisiyle buluşmak için karşı kıyıdan yüzerek Kız Kulesi’ne gelen Leandra’ya sevgilisi, yol göstermek için, Kız Kulesi’nin bulunduğu kayalıkların üstünde ateş yakıyor. Bir fırtınalı gecede genç kızın yaktığı ateş sönüyor. Leandra, kayalıkları bulamıyor ve yolunu kaybediyor. Boğazın serin ve karanlık sularında boğulup gidiyor. Leandra’nın ölümüne dayanamayan sevgilisi de intihar ediyor. Başka bir mitte de Falcılar, Bizans kralına, "Sevgili kızın, yılan sokmasından ölecek" diye, kötü bir haber veriyor. Kral, kızını yılan sokmasın diye, Kız Kulesi’nin bulunduğu kayalıklara bir ev yaptırıp, buraya yerleştiriyor. Ancak genç bir subay, kralın kızına aşık oluyor. Günlerden bir gün, genç subay, prensese sunmak için bir demet çiçek hazırlıyor. Çiçek demetinin içinde gizlenen bir yılan, talihsiz prensesi sokup öldürüyor. Hüzünlü mitlere sahip Kız Kulesi’nin el yapımı olduğuna dair ilk izlenimler, 12. Yüzyıla Bizans İmparatorluğu dönemine kadar uzanıyor. Bizans İmparatoru I. Manuel Kommenos’un denizden gelecek tehlikelere karşı inşa ettirdiği Bizans Vakanüvisleri tarafından kaydedilen belgeler arasında. Kız Kulesi, hem Bizans hem Osmanlı döneminde savunma, fener, hapishane, karantina hastanesi gibi amaçlarla kullanılıyor ve pek çok kere restorasyona uğruyor. Bilinen son restorasyonu ise Osmanlı İmparatorluğu döneminde 2. Mahmut (1808-1839) yaptırıyor. Hattat Rakım’ın kitabesiyle belgelenen bu onarım (H. 1248/M. 1832-33), Kız Kulesi’ne bugünkü şeklini veriyor. Kule daha sonra 1943 yılında içeriden betona çevriliyor Yakın geçmişine bakacak olursak Kız Kulesi 2000 yılında restore edilerek turizmin hizmetine sunulmuştur. Beş katlı olan Kız Kulesi'nin, ilk katı Akdeniz ve Osmanlı mutfağından seçkin lezzetlerin sunulduğu restoran , ikinci katı kafe, üçüncü katı hediyelik eşyaların satıldığı bölüm, dördüncü kat şark köşesi şeklinde düzenlenmiş dinlenme salonu, son katı ise boğaza her yönüyle hakim bar olarak düzenlenmiş. Kız kulesine ulaşım Salacak ve Ortaköy'den sandallarla yapılıyor.
III.AHMEDİYE ÇEŞMESİ Mihribah Sultan Camii: Üsküdar Meydanı'nda, iskelenin karşısında yer almaktadır. Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan tarafından 1548 yılında yaptırılmıştır. Külliye Mimar Sinan'ın eseridir. Külliye bir cami, medrese, türbe, sıbyan mektebi, han, imarethane ve tabhaneden oluşmaktaydı. Bunların ancak bir kısmı günümüze kadar ulaşmıştır. Mimar Sinan bu külliyenin camisinde Ayasofya Cami'nin daha çağdaş bir modelini uygulamıştır. Genellikle cami girişlerinin üzerinde bulunan yarım kubbe kullanılmamıştır; bu nedenle camiye girildikten itibaren ana kubbenin altına ulaşılmaktadır. Caminin girişinde bulunan şadııvan, İstanbul'daki bütün camilerin abdest alma mekanlarının en güzellerindendir. Pencere kapakları ve kürsüde kullanılan ahşap üzerine kakma bezemeler ile mermerden yapılan mihrap ve minber ince bir işçilik ürünüdür. Medrese caminin kuzeyinde bulunmaktadır. Günümüze kadar ulaşan medresenin iç mekanlan, yapılan müdahalelerle orijinalliğini yitirmiştir. Günümüzde sağlık merkezi olarak kullanılmaktadır. Cami ile medrese arasında ise, biri Mihrimah Sultan'ın iki oğluna, diğeri ise Sadrazam İbrahim Ethem Paşa'ya ait iki türbe bulunmaktadır. Sıbyan mektebi caminin kıble yönündedir. Külliyeye ait tabhane, imarethane ve han günümüze kadar ulaşmamıştır. Şemsi Paşa Medresesi: 1940’lı yıllarda tamir edilip bugün Halk Kütüphanesi olarak kullanılan medrese,1580 yılında inşa edilmiştir.Medrese onüç oda ve bir dersahaneden oluşmuştur.27 Şubat1938 tarihinde odaların bir kısmı inek ahırı ve koyun ağılı, cami ve abdesthane yapılmıştır. 7 Nisan 1938 de Tan Gazetesi’nde yayınlanan bir eleştiri üzerine Atatürk’ün emri ile Vakıflar İdaresi türbeyi tamamen, cami ve medreseyi kısmen tamir ettirmiş,küpüne kadar yıkık olan minaresinide yeniden yaptırmıştır. Haziran 1942’demedresenin tamiri tamamlanmıştır. Dershane kapısının kemerinde İstanbul’da pek az yapıda bulunan kırmızı Burgaz Taşı kullanılmıştır.
Beylerbeyi Sarayı:
Önceleri,
Bizans İmparatoru Konstantinus’un diktirdiği haç dolayısıyla İstavroz
Bahçeleri diye adlandırılan, daha sonraları lll.Murat döneminin Beylerbeyi
Mahmut Paşa’nın buradaki köşkü dolayısıyla Beylerbeyi diye anılmaya başlanan
semtte Boğaz Köprüsünün ayaklarının yanındadır. Bu günkü saray,1829’da
Sultan ll.Mahmut’un yaptırdığı ahşap sarayın yanmasından sonra, Sultan
Abdülaziz tarafından, 1861-1865 yılları arasında Mimar Serkis Balyan’a
yaptırılmıştır. Ayazma Sarayı: Üsküdar’da yapılan ilk saray olan Ayazma Sarayı Fatih devrine ait olup, Şemsi Paşa sahil yolu civarında ve Kızkulesi’nin karşısındadır. Şimdi Ayazma Camii’nin bulunduğu oldukça geniş bir sahaya yayıldığı anlaşılan bu saray, sonradan Mimar Sinan tarafından onarılmıştır. Bugün bu sarayın önemsiz bir kısmı ayakta bulunmaktadır.
Adile Sultan Kasrı:
Bu kasır Koşuyolu ile Altunizade arasındaki 354 bin metrekarelik bir
bahçenin ortasına kurulmuştur. Kasır Sultan Abdülaziz’in küçük kız kardeşi
Adile Sultan adına yapılmıştır (1853). Abdulaziz Av Köşkü: Adile Sultan Kasrı’nın bahçesi içinde Altunizade Camii tarafındadır.Köşk,Sultan Abdulaziz adına yaptırılmıştır.Kapısının iki tarafında devrinin süslenmiş iki tunç fener vardır.Köşkün zeminine renkli çiniler döşenmiştir. Duvarları da İtalyan çinileri ile kaplanmıştır.Kapıdan girince sağ köşede minicik şömineye benzeyen bir kahve pişirme ocağı, solda da mermer yataklı bir çeşme vardır. Çeşmemin üstüne su deposu gibi yerleştirilen üstüvane (silindir) şeklinde çeşitli renklerle süslü bir taş vardır. Köşk bugün kahvehane olarak öğretmenlerin hizmetine sunulmuştur. Yusuf İzzettin Efendi Köşkü: Bu köşk Büyük Çamlıca’nın batı eteğinde, su başındadır.Osmanlı Padişahı Sultan Reşad’ın Veliahdı Yusuf İzzettin Efendi’nin adını taşımaktadır.Ahşap köşk üç katlıdır. Üç set halinde yirmi üç dönümlük bahçesi vardır. Vaktiyle ikinci katın tavanını otuzaltı kandilli muhteşem renkli kristal bir avize süslüyordu. Yusuf İzzettin Efendi’nin kızları Şükriye ve Mihrişah Sultanlar bu avizeyi Topkapı Sarayı Müzesi’ne hediye etmişlerdir.Köşk Romanya’dan getirilen,zamanla çelikleşen bir çeşit kereste ile yapılmıştır. TEKKELER Özbekler Tekkesi; Hacı Hoca Tekkesi olarak da bilinen tekke Sultantepede dir. Tekkenin ahşap mescidi, Bülbülderesi’ne hakim yüksek bir tepe üzerinde kurulmuştur. Minaresi ve mimberi yoktur. Mescidin son cemaat yeri olan kısımda sülüs iki satırlık kitabe vardır. Maraş valisi olan Abdullah Paşa bu tekkeyi 1752 tarihinde Sultan lll.Mustafa zamanında yeniden yaptırarak Semerkandlı Özbek Şeyh Abdullahilekber’e verilmiştir. Tekke bu şeyhin ünvanına nisbetle Özbekiyye Tekkesi olarak meşhur olmuştur. Tekke,İstiklal Savaşı yıllarında İstanbul’dan Anadolu’ya silah ve mühimmat ulaştıran gizli bir merkez görevi görmüştür.
Karaca Ahmet Tekkesi:
Karacaahmet Mezarlığı’nın içindedir. Tekke’nin yaptıranı hakkında bir bilgi
yoktur. Tekkeyi, Matbah emini Ziya Bey yenilemiştir. Bu gün Tekke odalarını
ve şeyh meşrutasını Karacaahmet Türbesi Koruma Derneği tamir ve tadil
ettirerek dernek salonu haline getirilmiştir. Tekkenin alt kattaki mutfağı
da onarılmıştır. Burada beş tarihi kazan vardır. Aşure günleri çorba
kaynatılır.
Yarımca Dede Bektaşi
Tekkesi :
Bu tekke, Üsküdar Kuzguncuk yolu üzerinde Hüseyin Avni Paşa Çeşmesi’nin
üstündedir. Tekke ahşap iki katlı bir binadır.Beş odası vardır. Mütareke
yıllarında, Dolmabahçe sarayı önünde yatan Yunanistan’ın Kalkış zırhlısı bu
tekkeyi top ateşine tutarak hasara uğratmış daha sonra tamir edilmiştir.
Kapıcı Tekkesi:
Bu tekke, Aziz Mahmut Hüdayi zaviyesinin bitişiğinde Sadrazam Maraşlı Halil
Paşa tarafından yaptırılmıştır. Halil Paşa, Mürşidi Aziz Mahmut Hüdayi’ye
çok bağlı olduğundan kendisini onun kapıcısı kabul ederdi. Bunun için
tekkesine bu adı vermiştir. ÜSKÜDAR'IN MEŞHUR SEMTLERİ
KUZGUNCUK: Bunlardan biri Ayia Trias kilesi. Öbürü Ayios Panteleymon . Cemaat gitmisse de, binalar halen durmaktadir. Surp Krikor, Istanbul`daki tek kubbeli Ermeni kilisesidir. Camiyle yanyana durur. Ve kuzguncuk sahilinde çekici bir yali görürüz. Bu yali Fethi Pasa`ya aitti.
Fethi Ahmet Pasa Türkiye`de ilk
müzeyi kuran kisidir. Cephanelik olarak kullanilan Aya Irini`de kalmis silah
ve malzemeyi düzene sokarak bu binayi müze haline getirdi. Mankenlere askeri
kiyafetleri ilk giydiren de odur. Abdülmecit`in kardeslerinden Atiye
Sultan`la evlendi. Cumhuriyet döneminde yali, yeni sahibi Fethi Pasa`nin
torunlarindan Sevket Mocan`in adiyla anilmaya baslandi. Mocan, Demokrat
Parti`nin milletvekillerindendi.
Kuzguncuk Camii (1952) BEYLERBEYİ:
Beylerbeyi
ve çevresinin yerleşim alanı olarak kullanılması tarihte oldukça gerilere,
Bizans dönemine kadar gitmektedir. 18. yüzyılda yaşamış olan ünlü gezgin
İnciciyan’a göre, Büyük Kontstantinus’un diktirdiği bir haçtan dolayı Bizans
döneminde “İstavroz Bahçeleri” adıyla anılan yöre, Osmanlılar döneminde
Padişahların Has Bahçeleri’nden biri olarak kullanılmıştır. Yine İnciciyan’a
göre buraya “Beylerbeyi” adının verilişi, 16. yüzyılda Beylerbeyi Mehmed
Paşa’nın burada bulunan köşkünden kaynaklanmaktadır.
Songüncelleme: 28.12.2006 |